Kir ve Ayşe Teyze'nin düşmanları
Yaşamın dinamikleri keskin uçlu çarkların sıkı bir işbirliğiyle işlemeye, daha doğrusu işletilmeye devam ediyor. Çarklar ne kadar birbirine kenetlenirse arasında kalanlar daha çok ezilmeye devam ediyor. Ne yazık ki dünya bu kadar basit bir mantıkla günü kurtarmaya devam ediyor. Kurtarılanları saymak kolayken, ki her zaman göğüslerini kabartarak gururları tavanda gezdikleri için gözden kaçmaları mümkün olmuyor, kurtaranlar yaptıklarının farkında bile olmadan devam ediyorlar sefil yaşamlarına. Farkında olanlar için ise pek parlak olmayan, çoğu zaman karanlık anti fırsat ve imkan seçenekleri bulunan kataloglar sunuluyor. Seçenekler ise eğitim sistemimizdeki zorunlu seçmeli derslerin tıpkısının aynısı şeklinde oluyor. Yaşamın karmaşıklığında sıkışmış kitlelerin bazıları için zulüm olan bu seçenekler bazıları için varlıklarının devamı ve kutsallaştırılmış değerlerin ebediyetinin sağlanması için vazgeçilmez oluyor, evlerinin en güzel köşesinde albenisiyle ruhları cezbediyor.
1700'lü yılların Sanayi Devrimi değil bu mekanizmanın yaratıcısı. Ekonomik ilişkilerdeki artı değerin ortaya çıkmasıyla başlayan yakın ama samimi olmayan bir sürecin elbisesini değiştirerek, bu arada elbisenin ceplerini her defasında daha da büyüterek, ulaştığı ve ulaşmayı vaat ettiği, arasına pembe çiçeklerin serpiştirildiği kirli değerler bütünü. İnsan doğasının en acımasız yanlarını öne çıkarıp, güzel olanları günlük koşuşturmacaların bayram ve önemli günlerine sıkıştıran mekanizma, kendisini besleyen insancıkların yüreklerinden hiçbir zaman eksik olmayan ve adına vicdan denen kitlesel yalanda yer bulabilmek için oltaların uçlarından solucanları eksik etmiyor.
Solucanları artık hiç lezzetli bulmayanların haykırışlarında kaybolanlar kendilerini kimsesizler mezarlığında bulabiliyor. Rengarenk bir yaşamı mağaza vitrinlerinden ruhlarının merkezine taşımak isteyenler için yapraklar dört mevsim dökülebiliyor. Yaşam bir kere gülmedi mi hiç gülmek bilmiyor çoğu zaman. Gülmek çoğu için yalnızca yüz kaslarının gerilmesi ve esnemesinden ibaret oluyor. Gülmek sıradan bir refleks haline geliyor.
Kişisel zaferlerini elde edenler, naralar atıp da başkalarının sesini duymayabiliyor. Empati, kişisel gelişim kitaplarının en süslü kandırmacalarından biri olup çıkıveriyor. Bağışlanan iki tas yemek, üç tane elli kuruş nefsin helyum kaynağı oluyor, uçuruveriyor havalara rahatlığın balonlarına bağlı üç tane incecik ip ile. Yükselmek ne kadar zevk verse de insana, varılabilecek son nokta ile dip arasındaki mesafeler kayboluyor sarhoşluğun kokteylinde. Renkli şemsiyeler yağan yağmuru hissetmiyor da iki santimetre ötemizdeki sel yitip gidiyor kupkuru dimağımızın kıvrımlarında.
Yaşam, bize sunduğu sayısız afyonla, algımızın bize sunduğunun sınırlarını zorlayarak sürüp gidiyor.
1700'lü yılların Sanayi Devrimi değil bu mekanizmanın yaratıcısı. Ekonomik ilişkilerdeki artı değerin ortaya çıkmasıyla başlayan yakın ama samimi olmayan bir sürecin elbisesini değiştirerek, bu arada elbisenin ceplerini her defasında daha da büyüterek, ulaştığı ve ulaşmayı vaat ettiği, arasına pembe çiçeklerin serpiştirildiği kirli değerler bütünü. İnsan doğasının en acımasız yanlarını öne çıkarıp, güzel olanları günlük koşuşturmacaların bayram ve önemli günlerine sıkıştıran mekanizma, kendisini besleyen insancıkların yüreklerinden hiçbir zaman eksik olmayan ve adına vicdan denen kitlesel yalanda yer bulabilmek için oltaların uçlarından solucanları eksik etmiyor.
Solucanları artık hiç lezzetli bulmayanların haykırışlarında kaybolanlar kendilerini kimsesizler mezarlığında bulabiliyor. Rengarenk bir yaşamı mağaza vitrinlerinden ruhlarının merkezine taşımak isteyenler için yapraklar dört mevsim dökülebiliyor. Yaşam bir kere gülmedi mi hiç gülmek bilmiyor çoğu zaman. Gülmek çoğu için yalnızca yüz kaslarının gerilmesi ve esnemesinden ibaret oluyor. Gülmek sıradan bir refleks haline geliyor.
Kişisel zaferlerini elde edenler, naralar atıp da başkalarının sesini duymayabiliyor. Empati, kişisel gelişim kitaplarının en süslü kandırmacalarından biri olup çıkıveriyor. Bağışlanan iki tas yemek, üç tane elli kuruş nefsin helyum kaynağı oluyor, uçuruveriyor havalara rahatlığın balonlarına bağlı üç tane incecik ip ile. Yükselmek ne kadar zevk verse de insana, varılabilecek son nokta ile dip arasındaki mesafeler kayboluyor sarhoşluğun kokteylinde. Renkli şemsiyeler yağan yağmuru hissetmiyor da iki santimetre ötemizdeki sel yitip gidiyor kupkuru dimağımızın kıvrımlarında.
Yaşam, bize sunduğu sayısız afyonla, algımızın bize sunduğunun sınırlarını zorlayarak sürüp gidiyor.